Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Afete göre plan yapmak esastır: Her şeyin takdiri O’nun elindedir

Prof. Dr. Saffet Köse: Afetler, kaçınılmaz bir dünya gerçekliğidir. İnsana düşen, onunla barışık yaşayabileceği ortamı oluşturmaktır. Bu da varlıkla ilişkiyi evrenin doğal yasalarına uygun şekilde kurmakla mümkündür.

Prof. Dr. Saffet Köse:

6 Şubat Pazartesi yaşanan depremlerle on bir şehrimiz görülmemiş bir felakete maruz kaldı. Binlerce canımız bu felaket neticesinde enkaz altında kaldı. Bu tür musibetler ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır. Afetler, kutsal kitaplarda anlatılan ve fiili olarak her dönemde yaşanan, bazen cana bazen mala bazen de her ikisine zarar veren bela ve musibetlerdir ve içinde pek çok yaşanmışlığı barındırır.

ALLAH İNSANLARA MERHAMETLE YAKLAŞIR

Allah’ın bilgisi dışında bir yaprağın bile düşmediği, O’nun izni olmaksızın herhangi bir afetin olmayacağı gerçeği dikkate alınırsa afetlerin nasıl anlamlandırılması gerektiği üzerinde düşünülmelidir. Yüce Yaratıcı’nın insanı yaratması, ona kendi ruhundan üflemesi, “halîfe” sıfatı vermesi, meleklerin ona secde etmesini istemesi ve buna direnen İblis’i rahmetinden kovması Allah’ın insanı ne kadar çok sevdiğinin kanıtıdır. İnsana merhametle muamele edeceğini kendisine ilke edinmesi ve kullarına zulmetmeyeceğini açık biçimde ifade etmesi de bu sevginin bir göstergesidir. O zaman iyi-kötü, suçlu-suçsuz, çocuk-yaşlı, büyük-küçük ayrımı olmaksızın herkesi etkileyebilen afetler ile bu gerçeklikler nasıl bağdaştırılabilir? Bu sorunun makul bir cevabının olması gerekir. Bu çok eski bir tartışmadır ve konu “kötülük ve Allah’ın adaleti (teodise)” problemi ile ilgilidir. İlk insan ile yeryüzünde başlayan hayat devam ettiği sürece Kur’ân-ı Kerîm, afetlerin üç sebebe bağlı olarak süreceğinin İlahi bir yasa olduğunu ifade eder.

afete gore plan yapmak esastir her seyin takdiri onun elindedir 0 NFNdwXljİLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

İNSANLARIN SABRINI DENEMEK İSTER

Bunlardan ilki Allah’ın bireysel ve toplumsal olarak insanların sabrını denemesi ve kendisine yakarışta bulunup bulunmayacağını görmek istemesidir. Bu durumda sabır göstermek esastır ve “Sizi mutlaka bir miktar korku, açlık, maldan, candan ve üründen zayiat gibi âfetlerle/musibetlerle sınayacağız. Onlar, başlarına bir âfet geldiğinde “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinin nimetleri ve rahmeti böyle davrananlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar bunlardır” diyerek teslimiyet göstermek gerektiği Kur’an-ı Kerim’de öğütlenir. Bu durumda felakete maruz kalanların musibetlerden şikayetçi olmamaları için bir uyarı vardır. Çünkü Allah kimin daha iyi davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmış ve yeryüzünde çekici olan her şeyin yok olacağını beyan etmiştir. Dolayısıyla dünya ve içindekilerin geçici olduğunu bilen bir mümin belli bir süreye bağlı olarak lütfedilen nimetlerin bir deneme olarak alınacağına, kayıplarının olacağına hazırlıklıdır. Sınav anı geldiğinde morali bozulmaz ve sızlanmaz. Bilir ki Allah Te‘âlâ müminlerden mallarını ve canlarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Onun ödülü dünyada elinde bulundurduğu nimetlere göre kat be kat büyük; daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

ZULÜM VE İSYANA KARŞI UYARI VE CEZA

Afetlerin ikinci bir sebebi ise uyarı ve cezadır. Kur’an-ı Kerim’de toplumsal olarak zulmün, haksızlığın, şımarıklığın, isyanın, nankörlüğün kurumsallaşması durumunda bir uyarı olarak ortaya çıkması, musibetlerin sebebi olarak anlatılır ve önceki ümmetlerden örneklere yer verilir. Allah, insanın inanıp inanmamasının hesabını ahirete bırakmıştır. Ancak zulüm ve isyan sosyalleşip normalleştiğinde bir uyarı olarak musibetler gelebilir. İnsanlar uyarıyı aldıklarında yapmış oldukları hatalı tutum ve davranışlardan vazgeçerlerse cezadan kurtulurlar, dikkate almazlarsa musibetin büyüğü gelir. Nitekim korkunç ve helak edici depremler (racfe) önceki kavimlerden bazılarına uygulanan cezalar arasında sayılır. Bu konularda önceki kavimlerden sunulan örneklerle benzer tutum, davranış ve eylemlerin benzer sonuçlar doğuracağına işaret edilir.

    Bu noktada Kahramanmaraş merkezli depremin “uyarı ve cezalandırma” ilkesine bağlı olarak gerçekleştiğini söylemiş değiliz. Bu konuya sadece kategorik olarak Kur’an-ı Kerim’deki afetlerin sebeplerine ilişkin bilgi sebebiyle değinmiş oluyoruz.

DOĞAL YASALARI BOZMAYA ÇALIŞMAK

Üçüncüsü de sünnetullah olarak ifade edilen evrendeki doğal yasalara riayetsizliktir. Bu noktada dört husus önemlidir. Bunlardan ilki, Allah evrende bir düzen kurmuş ve onun yasalarını belirlemiştir. İnsanlardan bu düzeni bozamamaları, yasayı esnetmemeleri ve belirlenen ölçüden tartıdan çalmamaları talep edilmiştir. Bununla insanın yaptığı işlerin doğal yasalara uygun olması istenmektedir. “Evlere kapılarından girin” ayetini bazı müfessirlerin her işi kuralına göre yapın şeklinde anlamaları da bunu anlatır. Bütün teknolojiler Allah’ın evrende var ettiği yasaların keşfedilip maddeye uygulanmasından doğmuştur. Bu kanunlara aykırı davranmak ya da bir şeyi noksan bırakmak istenen sonucu vermez. O zaman insan mesela bir bina yapacağında Allah’ın evrende koyduğu mühendislik yasalarına riayet etmek zorundadır. Aksi takdirde başına gelenlerin sebebi yine kendisi olacaktır. Yaşadığımız son depremde ayakta kalan ve kalamayan binalar bunun ne anlama geldiğini göstermiştir.

İkincisi Kur’ân-ı Kerîm riskli durumlarda gerekli tedbirlerin alınmasını emretmiştir. Hz. Peygamber, risklere karşı tedbirini almayandan Allah’ın korumasının kalktığını bildirmiştir. O halde riskli durumların belirlenip uygun tedbirlerin alınmasını ilke edinmek gerekir.

    Üçüncüsü afetlerin/musibetlerin kaçınılmaz bir dünya gerçekliği olduğudur. O zaman insana düşen onunla barışık yaşayabileceği ortamı oluşturmaktır. Bu da varlıkla ilişkiyi evrenin doğal yasalarına uygun şekilde kurmakla mümkündür. Bu yasaları koyan Allah’tır ve bu ilahi kanunlar sonuçlarını doğurur. Ona kim riayet ederse Allah onun sonucunu onun için yaratır, insanlar arasında ayırım yapmaz. Evrenin yasaları O’nun iradesindedir. Dere yatağına yapılan evi yoğun yağışların olduğu bir gün oluşan selin alıp götürmesi kaçınılmazdır. Fay hatları üzerinde zemin etüdü yapılmadan ve o coğrafyaya uygun inşaat yapılmadığında yapıların depremde yıkılması beklenen bir sonuçtur.

HER ŞEYİN TAKDİRİ O’NUN ELİNDEDİR

Dördüncüsü Allah her an yaratma halinde olduğundan doğal yasaların her zaman sonuçlarını doğurmasının determinist bir yaklaşımla zorunlu olduğu söylenemez. Onu bazı hallerde çekip bir başka sonuç doğuracak şekilde planlaması da O’nun takdirindedir. Yakmak için programlanmış ateşin Hz. İbrahim’i yakamaması örnek olarak zikredilebilir. Öldürücü denilen bir hastalığa yakalanmış bir insandan o hastalığının bu özelliğinin kalkması böyledir. Sonuçta mutlak güç O’na aittir.

Sonuç olarak son yaşadığımız deprem ile ilgili bir şey söylemek gerekirse o da bu musibetten ders çıkarıp doğal yasalardan taviz vermemektir.